23 November, 2007
Seçkin Delegeler, Yoldaşlar, Konuklar, Arkadaşlar, Kardeşler,
Sizleri 4. ICEM Dünya Kongresi'nde ağırlamak bir zevk. Kongremiz, dünyadaki mevcut jeopolitik oluşum açısından, “Küresel Birlik – Küresel Eşitlik” temasından daha uygun bir tema altında toplanamazdı.
Bu kongreyi daha bir yıl önce -sendikal hareket için nefret kaynağı olan- askeri darbe yaşamış bir ülkede düzenlemekten büyük onur duyuyoruz.
Kaçınılmaz olarak, ICEM'in kongresini, askeri darbe sonucunda, ICEM'in de içinde yer aldığı en saygın sendikaların sahip çıktığı demokratik değerlerden ve ilkelerden yoksun kalacak bir ülkede neden düzenlediği konusunda sorular gelecektir. Bu kongreyi Tayland'da düzenlemek askeri cuntayı örtülü ya da açık biçimde desteklemek olarak yorumlanmayacak mıdır?
Uzun tartışmalardan sonra, Tayland'daki üye örgütümüze danışarak, kongreyi Tayland'da düzenlemeye karar verdik.
Kongreyi böyle elverişsiz bir politik iklimde düzenlemenin Tayland işçileri ve halkı ile bir dayanışma eylemi anlamına geleceğini, cesaret aşılayacağını, daha iyi bir gelecek umudunu ve beklentisini simgeleyeceğini düşündük. ICEM ailesindeki 20 milyon işçinin dayanışma ve desteğiyle barışın ve demokrasinin mümkün olacağı bir gelecektir bu.
Böyle yapmayıp kongreyi bir başka ülkeye alsaydık, Edmund Burke'nin bir zamanlar sözünü ettiği şu suçu işlemiş olacaktık: “Kötülüğün başarıya ulaşması için iyiniyetli insanların yapması gereken tek şey, hiçbir şey yapmamaktır”. Kongreyi Tayland'a getirmekle, bu dev federasyon, dünyanın her yerinde sendikal hakları ve sosyal adaleti hep destekleyeceğini ve savunacağını açıklıyor.
Elbette Tayland, aynı zamanda, Aralık 2004'teki ölümcül tsunaminin ağır darbesini yemiş ülkelerden biridir. Bangkok'a gelme kararını verirken bu afeti de dikkate aldık.
ICEM Kongresi'ni Tayland'a getirmenin, sendikalar olarak bizlerin, bu krizden bu kadar ağır darbe alan insanlara yardım etmek istediğimizin açık bir göstergesi olduğunu düşündük.
Ayrıca, Tayland, son derece dostça evsahipliği yapan insanlarıyla mükemmel bir ülke.
Bu nedenle, nazik hoşgeldin sözlerinden ve genelde ülkenin konukseverliğinden ötürü kardeşlerimiz Rawai Pupaga'ya ve Somsak Kosaisook'a teşekkür etmek istiyorum. Konuğunuz olmaktan büyük zevk duyuyoruz.
Teşekkür etmem gereken bir diğer kişi ise kardeşimiz Ochiai. Onun konukseverliğine ve Japon arkadaşlarımızın ICEM'e ve onun kongresine sağladıkları cömert desteğe şükran borçluyuz.
Keza bizi cömertçe destekleyen Taiwan'dan arkadaşlarımıza ve meslektaşlarımıza da kocaman bir teşekkür gerekiyor.
Elbette, şükranlarımızı hak eden başkaları da var; burada isim isim herkesi sayamayacağım kadar uzun bir liste söz konusu.
Üyemiz olan birçok örgüt mali katkılarıyla ve çeşitli biçimlerde işbirliği içine girerek bu kongrenin küresel ölçekte temsil gücü kazanmasına yardımcı oldu. Bunun için teşekkür ediyorum.
Bir başka düzeyde, dünyanın dört bir yanındaki birçok sendikaya, sözgelimi ICEM projelerini yıllardır her yönden destekleyen ve desteklemeye devam edecek olan İskandinav ülkelerindeki ve Hollanda'daki sendikalara özel şükranlarımızı iletiyoruz. Son olarak, proje çalışmalarımızda bizleri destekleyen FES (Friedrich Ebert Vakfı) ve Dayanışma Merkezi gibi birçok dayanışma kuruluşuna da şükranlarımızı iletmek istiyorum.
Kongre ICEM için tarihsel bir dönüm noktası oluşturuyor. Günümüz dünyasında sıradan emekçi erkeklerin ve kadınların hayatlarını hızla etkileyen küreselleşme güçleri karşısında, küresel sendikal hareket bir araya geldi ve birleşeceğini ve işçilerin çıkarlarını koruyacağını ortaya koydu.
ICEM'in 4. Dünya Kongresi, dizginsiz bir küreselleşme çağında dünyanın karşı karşıya bulunduğu belli başlı ana sorunları ve zorlukları ele alacak. Küreselleşme şirket kültürünü, üretim ilişkilerini ve emek dünyasını dönüşüme uğrattı. İlerici sendikal hareket şirketlerin “ağ üretimi” kültürüyle, kontrolün yoğunlaşması (birleşmeler ve iktisaplar) ile üretimin yerinden yönetilmesinin (dışarıya iş verme, taşeron ve düzensiz istihdam) birleşmesinden oluşan yeni bir “paradigma” ile karşı karşıya.
Kongre küreselleşmenin ortaya çıkardığı çeşitli zorlukların üstesinden nasıl geleceğimizi tartışmalıdır. Uluslararası sendikal hareketin karşı karşıya olduğu bazı sorun ve zorluklara değinmek istiyorum.
YOKSULLUK VE AZGELİŞMİŞLİK
Küreselleşme güçlerinin yarattığı en büyük sorun, dünya ekonomisinde -hangi endeksle ölçülürse ölçülsün eşitsizliğin artması ve bu eşitsizliğin nedenlerinin ve -birinci dünyanın gelişmiş ülkelerinde bile var olan- yoksulluk ve azgelişmişlik belası gibi sonuçlarının hafifletilmesinde sendikaların oynayacağı roldür.
“Küresel Birlik – Küresel Eşitlik” sloganını dünyaya karşı bir yükümlülük olarak üstlenmeliyiz; öyle ki Güney'in azgelişmişliği, hiç değilse sendikalar için, Kuzey'in gelişmişliğinin sonucu olmamalı. Küresel bir sendikal hareket olarak bizlerin yoksulluğun ortadan kaldırılmasına ya da yoksulluğun ve azgelişmişliğin azaltılmasına katkımız nedir? Milenyum gelişme hedeflerinin 2014'te gerçekleşmesine yaptığımız ya da yapmamız gereken önemli bir katkı var mıdır?
Sendikal hareket karşı karşıya olduğu sayısız sorun ve zorluğu sosyal adalet özlemi içindeki son derece eşitsiz bu dünya bağlamında göğüslemeli, bu sorunları (HIV/AIDS, İSİG, sürdürülebilir gelişme, küresel ısınma ve iklim değişikliği, meta fiyatlarındaki tırmanış, eşitsiz ticaret koşulları, sendikaların baskı altında tutulması, temel sendikal hakların ihlali ve inkârı, vb.) sendikal sorun olarak sahiplenmelidir.
SENDİKAL HAKLAR
Politik istikrarsızlık dönemlerinde ve hatta görece politik istikrar dönemlerinde ilk zararı her zaman neden sendikal hareketin gördüğünü anlamamız önemlidir.
Bunun nedeni, sivil toplumun en örgütlü organı/unsuru olarak sendikal hareketin demokrasi dışı güçler için en ciddi tehdit ve engeli oluşturmasıdır. Bu nedenledir ki sendikal hareketin varlığının sürekli tehditlerle karşı karşıya kalması şaşırtıcı değildir. Bu tehditler, sendikaların en acımasız ve şiddetli biçimde tümüyle ezilip yok edilmesinden, değişen incelikte yöntemlerle etkisizleştirilmesine kadar uzanmaktadır. İlk kategoride akla gelen ülkeler şunlar:
Kolombiya: Kolombiya sendikalar için yeryüzündeki en ölümcül ülke. Dayanışma Merkezi'nin yayımladığı “Herkese Adalet – Kolombiya'da İşçilerin Hakları İçin Mücadele” başlıklı rapor Kolombiya'daki durumu şu tüyler ürpertici saptamalarla özetliyor:
“1980'lerin ortalarından beri, Kolombiya'da 4.000 sendikacı katledildi. Bu insanların 2.000'den fazlası 1991'den bu yana katledildi.”
“Kolombiya'da her yıl dünyada öldürülen toplam sendikacı sayısından daha fazla sendikacı öldürülüyor. Ekim 2005'te ICFTU Kolombiya'nın bir kez daha 'sendikacılar için en ölümcül ülke' olduğunu açıkladı.”
Ulusal Sendikal Okul'un (ENS) verdiği bilgilere göre, 2005'te 70 sendikacı öldürüldü, 260 sendikacı ölümle tehdit edildi, 56 sendikacı keyfi bir şekilde gözaltına alındı, yedi sendikacı bombalı saldırılardan sağ kurtuldu, altı sendikacı kaçırıldı ve üç sendikacı kayboldu. 2004'te ise büyük bölümü toplu sözleşme uyuşmazlıkları ve grevlerle bağlantılı olmak üzere 34 sendikacı öldürüldü.
Ölümlerden söz açmışken, sadece şiddet yüzünden kaybedilen hayatları değil, dünyanın dört bir yanında çalışırken hayatlarını kaybeden insanları da düşünmeliyiz.
Ayrıca, sizlerden, uluslararası bir örgüt olarak kaybettiğimiz insanları da bir an için hatırlamanızı isteyeceğim.
Sekreterlik raporundaki kaybettiklerimiz listesinde azımsanmayacak sayıda isim yer alıyor. Son ICEM Kongre döneminde ölen, birçoğumuzun çok uzun bir süredir tandığı, hareketimiz içinde önemli bir rol oynamış sendika kadroları bu kişiler.
Bütün kaybettiklerimizi simgeleyen sadece üç isimden söz etmek istiyorum.
Birincisi Karl Hauenschild. Benim seleflerimdendi. Karl 1969'dan 1982'ye kadar ICEF'in başkanıydı. 28 Şubat 2006'da 86 yaşında öldü.
İkincisi Kanti Mehta. Bu yıl 20 Ekim'de öldü. Gandhi'yi destekleyen Kanti Mehta'yı birçoğunuz yaptığı birçok şeyden tanıyacaksınız.
Hindistan Maden İşçileri Federasyonu'nun genel sekreteri ve sonra başkanı olan Kanti Mehta uzun yıllar Uluslararası Maden İşçileri Federasyonu'nun başkan yardımcılığını üstlendi. Ayrıca, ILO Yönetim Kurulu'nda işçileri temsil etti.
Üçüncü kişi ise daha üç hafta önce 75 yaşında ölen Heribert Maier. Heribert uluslararası sendikal harekette birçok insanı etkiledi ve madenlerde iş sağlığı-güvenliğiyle ilgili 176 sayılı ILO sözleşmesinin hayata geçmesinde emeği vardır.
Bu nedenle, artık aramızda bulunmayan bu insanIarı anmak üzere hepinizi saygı duruşuna davet ediyorum.
Kolombiya'dan söz ediyordum, ama sorunlu ülke sayısı çok daha fazla. Filipinler, Güney Kore, Zimbabve, Afganistan, Irak, Pakistan, Burma, vb. bunlardan birkaçı.
Bu ülkelerde hukukun üstünlüğünün, anayasal düzenin ve halkların temel demokratik haklarının derhal yeniden kurulmasını talep etmeliyiz.
İkinci kategoride yer alan ve sendikalardan kurtulmak için daha ince yöntemlerin kullanıldığı ülkelerden ikisi ise ABD ve Avustralya. İnsan hakları niteliğindeki sendikal hakların anlamsız hale gelecek derecede çiğnendiği bu ülkelerdeki demokrasilerin ikiyüzlülüğünü sergilemeye devam etmeliyiz. Bu hakların ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunun ve bir kalem darbesiyle geri alınabileceğinin tipik bir örneği Avustralya'dır.
Sendikal hareketin varlığına yönelik tehditlere karşı koyabilmesi ve direnebilmesi için her an uyanık ve seferberlik halinde olması gerekiyor. Sendikal hareket içinde yer alan Güney Afrika sendikalarının bağımsızlıktan ve demokratik yönetime geçildikten sonra da hiçbir zaman harekete geçmekten vazgeçmemesi bir talihtir. Bu, bütün dünyadaki sendikalara, demokrasinin ayartıcılığına hiçbir zaman kapılmamak gerektiği konusunda bir örnektir. ABD ve Avustralya'daki sendikal harekete sorun.
KÜRESEL TİCARET VE KÜRESEL SERMAYENİN KONTROLÜ
Yürürlükteki küresel ticaret sistemi sınır içi ve sınırlar ötesi mal ve hizmet alışverişinden ibaret değildir, bu ticaret ilişkilerini düzenleyen iki taraflı ve çok taraflı anlaşmaları da kapsar. Bunlar Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi bir dizi kurumda ifadesini bulur.
Yürürlükteki küresel ticaret sisteminden asıl yararlananların çokuluslu şirketler ve çokuluslu işletmeler olduğu, sendikaların, çalışan yoksulların ve gelişmekte olan ülkelerdeki hükümetlerin bu sistem içinde yabancılaşma duygusu taşıdıkları belirtilmektedir.
Ulus merkezli bir sistemin sosyal ve ekonomik politikalarla bir ölçüde sosyal adalet ve ekonomik eşitlik sağladığı ulusal düzeyin yerini küresel bir ticaret sistemi alıyor. Bu küresel sistem işçileri birbiriyle sert bir rekabete itiyor (ekonomik ulusçuluk) ve bu süreç içinde işçilerin uzun yılların mücadelesiyle kazanılmış haklarını ve bu hakları koruyacak kolektif dayanışma eylemini zayıflatıyor.
Örgütlü emeğin üstesinden gelmesi gereken sorun, temel ILO standartlarını küreselleştirmek ve işçileri birbirine karşı rekabete iterek insana yakışır çalışma koşullarını kâr çıkarlarına feda eden en düşük ortak payda olan “rekabet sarmalı” için değil en yüksek ortak payda için mücadele etmek amacıyla, bu süreçte etkin bir şekilde nasıl devreye gireceğidir.
Keza, uluslararası sendikal hareket, sermayenin hizmetinde “rekabet sarmalı”na kapılmış ve doğrudan yabancı yatırımları çekmek için birbiriyle rekabete girmiş hükümetlere nasıl müdahale edecektir?
Sorun, bunu nasıl başaracağımızdır. Başka bir deyişle, sosyal adalet için uluslararası bir çerçeve mümkün müdür?
DAVRANIŞ KURALLARI VE KÜRESEL ÇERÇEVE SÖZLEŞMELER
Çokuluslu şirketlere ve çokuluslu işletmelere ilişkin bir dizi davranış kuralı var. Bu kurallar, küresel düzeyden bölgesel ve yerel düzeye, Küresel İlkeler Sözleşmesi'nden OECD ilkelerine, sektörel düzeydeki kurallardan işletme düzeyindekilere kadar uzanır. Bazı çevrelerde kötülense de, bütün bu kurallar sendikal hareketin önüne bazı görevler koyar. Bu kuralların etkinliği, şu temel soruları nasıl yanıtladığımıza bağlıdır:
Bu kurallarda yeni olan nedir?
Bu kurallar şirketler için bir çeşit halkla ilişkiler uygulaması mıdır?
Bu kurallarla neden ilgilenmek zorundayız?
Bu kurallardan ne bekliyoruz?
Bu kuralların hazırlanmasında bizim rolümüz nedir?
Bu kurallar temel ILO sözleşmelerinin gelişmesini nasıl sağlar?
Bu kurallar hükümetlere hangi yükümlülükleri getiriyor?
Bununla doğrudan bağlantılı olarak, çokuluslu şirketlerin bu bağlamdaki yükümlülükleri nelerdir?
Bu kuralların uygulanmasında ve izlenmesinde sendikaların rolü nedir?
Bağıımsız bir izleme sisteminde bizim rolümüz nedir?
Ürünün hak ihlallerinin olmadığı koşullarda üretildiğini gösteren sosyal etiketleme sürecinde bizim rolümüz nedir? Sözgelimi, “made in China” etiketli ürünler Güney Afrika'da sendikal çevrelerde alınıp satılmaz ve iş çevreleri ile toplum da “made in China” etiketli ürünlerin ticaretini yapmamaya teşvik edilir.
Davranış kurallarında sivil toplum örgütlerinin rolü nedir?
Uluslararası sendikal hareket, ulusal sendikalar ve ulusal sendikal merkezler iş çevrelerinin örgütleriyle, odalarıyla ve birlikleriyle nasıl ilişki kuracaktır?
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ
Kongreye maden sektöründe iş sağlığı ve güvenliğiyle ilgili bir önerge sunulacak. Önerge kongrenin cevap vermesi gereken şu soruları içeriyor:
Son derece sanayileşmiş ve gelişmiş ülkelerden azgelişmiş ve sanayileşmekte olan ülkelere gittikçe maden işçilerinin iş sağlığı ve güvenliğinin kötüleşmesi tesadüf müdür? Metalarda İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görülmemiş düzeyde bir patlama yaşandığı sırada sektörde çok sayıda insanın ölümü tesadüf müdür?
Çinlilerin maden talebi ve bu alandaki spekülasyon maden fiyatlarını yukarıya çekti. Yüksek meta fiyatlarıyla sektörde yaşanan can kayıpları arasında bir bağıntı var mı? Sözgelimi, altın fiyatlarının yüksekliği derin cevher ekonomik madenciliğine olanak veriyor ve şimdi Güney Afrika dünyadaki en derin altın madenlerine sahip. Ülkenin iş sağlığı ve güvenliği sicili maden patronlarının, eğer biraz vicdanları varsa, utanç duyması gereken durumda. Maden cinayetlerinde düzensiz istihdamın ve taşeron işçiliğinin payına ne diyeceğiz?
ABD, Avustralya ve Çin'den, Kolombiya, Şili, Hindistan, Meksika ve Peru'ya, oradan da Polonya, Rusya, Güney Afrika ve Ukrayna'ya kadar, maden endüstrisi bir savaş kuşağı oluşturuyor.
Biz artık yeter diyene kadar ve uluslararası sendikal hareket harekete geçene kadar, daha kaç masum maden işçisi aileleriyle ve toplumla birlikte ölümü, kederi ve acıyı yaşayacak? Maden patronlarının basmakalıp mazeretleri yetmiyor. Maden işçileri kâr çıkarlarına kurban edilmekten usandı. Güney Afrika'da maden işçileri artık yeter diyorlar ve ülke çapında genel greve çıkacaklar.
Other interventions such as shareholder activism are being mooted.Şirketlerin hissedarlarının harekete geçmesi gibi diğer müdahale yöntemleri tartışılıyor. Umutsuz durumların umutsuz önlemler gerektirdiği söylenir. Durum gerçekten umutsuz.
Önümüzde yapmamız gereken çok şey olduğu açık. Hepinizi, yapabileceğiniz başka şeylerin yanı sıra, ICEM'in Madenlerde İş Sağlığı ve Güvenliği ile ilgili 176 sayılı ILO sözleşmesinin kabulü için açtığı ve bu alandaki mücadelenin önemli bir parçası olan kampanyayı desteklemeye çağırıyorum.
HIV/AIDS
HIV/AIDS konusunda da birkaç sözle değinmek istiyorum. Ve bunun nedeni sadece ICEM'in bu konuda bir proje uyguluyor olması değil.
HIV/AIDS dünyanın birçok yerinde en önemli sorunlardan biri olmaya devam ediyor. Benim geldiğim kıtada da durum aynı.
Bu hastalığın sayısız işçi, aileleri ve işyerleri için ne büyük bir bela olduğunu anlatamam. Aynı şekilde, bu konuda harekete geçmenin bizler için ne kadar önemli olduğunu da anlatamam.
Rakamları hepimiz biliyoruz: HIV/AIDS'le yaşayan 35 ila 47 milyon civarında insan var. Sadece 2006'da tahminen toplam 3 milyon dolayında insan öldü. 2006'da tahminen 3,6 ila 6,6 milyon civarında insana hastalık bulaştı. Bunlardan 1,7 ila 3,5 milyonu çocuk.
Sadece bir insanın ölümünü düşünün. Sonra bunu onla çarpın. Sonra yine onla çarpın. Onla çarpın. Onla çarpın. Tekrar onla çarpın. Bir kez daha onla çarpın.
Bir kez daha onla çarpın. Ve sonra dörtle çarpın. İşte HIV/AIDS'den her yıl ölen insan sayısı bu kadar.
Önleyece tedbirleri almaya ikna edebildiğimiz her bir kişi kurtarılmış potansiyel bir hayattır.
Ve, sevgili arkadaşlar, bunu yapmaya değer.
Bulunduğumuz salonda, hepinizin imzalamasını rica edeceğim bir taahhütname metni göreceksiniz. Metni içeren belge “AIDS'i durdurun – Sözünüzü tutun” başlığını taşıyor. Bütün ICEM sendika yöneticilerinin bu girişimi desteklemesini rica ediyoruz. Henüz imzalamamış olanlar lütfen imzalasınlar.
İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ, KÜRESEL ISINMA VE SÜRDÜRÜLEBİLİR GELİŞME
İklim değişikliği zamanımızın en yaşamsal önemdeki sorunlarından biri olarak tanımlanıyor. Rio'dan Johannesburg'a ve Kyoto'ya, bütün dünya, insanlığı uçurumun kıyısına getirecek felaketin farkına varıyor. Bir dünya, yani ABD hariç, bütün dünya!
İklim değişikliği, RIO+20 Sendikal Gündem'de vurgulandığı üzere, sürdürülebilir gelişmenin içerdiği önceliklerin labirentinde kaybolmuş gibi görünen sendikal bir sorundur.
İklim değişikliği, karbon dioksit (CO2) ve diğer sera gazlarının emisyonunun azaltılması için küresel eylem gerektiren acil bir sorundur. Enerji kullanımı modern ekonomi için hayatidir. Yanan fosil yakıtlar CO2 üretir. Bu nedenledir ki iklim değişikliğinin üstesinden gelinmesi, birçok bakımdan, yeni ve sürdürülebilir enerji stratejilerinin benimsenmesine bağlıdır. Bu stratejilerin atmosferdeki CO2 yoğunlaşmasının güvenli düzeylerde tutulmasına olanak verirken, artan küresel enerji ihtiyaçlarını da karşılayabilmesi gerekiyor.
İklim değişikliğiyle baş edilmesinin acil bir ihtiyaç olduğunu kabul etmekle birlikte, denkleme katılması gereken başka faktörler de olduğu kanısındayız. Sendikal hareket açısından hayati önemdeki bu faktörlerin iklim değişikliğiyle ilgili politikaları geliştirirken dikkate alınması gerekiyor. Çölde vaaz verir konumuna düşmemeliyiz. Sözgelimi kendimize şu tür sorular sormalıyız:
İklim Değişikliği Hakkında BM Çerçeve Sözleşmesi bağlamında hükümetlerarası süreçlere etkin olarak nasıl katılabiliriz?
Büyük iş çevrelerinin hakim olduğu, Jeffery Sachs yönetimindeki İklim Değişikliği Üzerine Küresel Yuvarlak Masa gibi lobi gruplaşmalarına nasıl katılabiliriz? Ya da bu tür lobi gruplarıyla uğraşmaya yönelik, iklim değişikliğiyle ilgili, alternatif nitelikteki benzer girişimleri nasıl kurabiliriz?
Büyük iş çevrelerinin iklim değişikliğini hafifletmeye yönelik önerileri işçileri ve onların yaşamlarını nasıl etkiliyor? Sözgelimi “ADİL GEÇİŞ” ilkesi Johannesburg'da Sürdürülebilir Gelişme Dünya Zirvesi'nde (WSSD) kabul edildi.
Adil geçiş ilkesi şu anlama geliyor: Üretim yöntemlerinde çevre dostu ve sürdürülebilir üretime yönelik teknolojik değişim işçilerin zararına olmamalıdır. İşçilerin ve toplumun durumu bu tür teknolojilerin uygulanmasından öncekine oranla kötüleşmemelidir. Adil geçiş ilkesi işçilerin katılımını ve kendi geleceklerini kontrol altında tutmalarını gerektiriyor. Aksi takdirde, çevrede gerçekleşecek her değişim eksik ve tek yanlı kalacak, sadece zenginleri ve imtiyazlıları gözetmiş olacaktır.
ICEM'in Enerji Politikası politika geliştiren çevrelerde, platformlarda ve forumlarda nasıl kabul görecektir?
Sonuç
Sonuç olarak, uluslararası sendikal hareket açısından son derece önemli bir dönemde gerçekleştiği için, bu kongrenin tarihsel bir değer taşıdığını belirtmek isterim. Uluslararası sendikal hareket, küreselleşmeyi dengeleyecek gücü içeren bir temel zorunluluğun farkına varmış görünüyor. “Sendikal hareketin birliği”dir bu zorunluluk.
Uzun bir yol katettik. Bununla sadece uçakta oturup buraya gelmenizi kastetmiyorum. Uluslararası düzeyde örgütlenmeye başlamamızdan bu yana uzun bir yol katettik. Elbette uzun ve onurlu bir uluslararası tarihimiz var.
Aslında, bu yıl, ICEM'in en önemli seleflerinden biri olan Fabrika İşçileri Uluslararası Birliği'nin kuruluşunun 100. yıldönümünü idrak ediyoruz.
Fabrika İşçileri Uluslararası Birliği Ağustos 1907'de Almanya'nın Stuttgart kentinde kuruldu. Örgütün 1910'daki konferansında 7 ülkeden 8 sendikanın 24 temsilcisi vardı.
Bu amaçla Kongre'ye, küresel federasyonlar arasında daha yakın bir işbirliği öngören ve gelecekte küresel federasyonlar arasındaki birleşmeyi mümkün kılacak bir önerge sunulacak.
Bu önerge, eğer kabul edilirse, büyük iş ve sermaye çevrelerine şu açık mesajı vermemizi sağlayacaktır: Küreselleşme ve onun havarileri olan Dünya Bankası, IMF ve diğer uluslararası mali kurumların yarattığı sosyal ve ekonomik kötü duruma işçiler artık katlanamıyor. MASADA BİR YER TALEP EDİYORUZ VE TALEBİMİZE SAHİP ÇIKMAYA HAZIRIZ.
Kongre ICEM için bir nedenle daha tarihsel bir değer taşıyor: İki dünya federasyonu arasındaki birleşme sürecinin sonucunda Dünya Sanayi İşçileri Federasyonu'ndan (WIFW) kardeşlerimiz ICEM ailesine katılıyorlar.
Bu olayı kutlamak için düzenlenen tören birazdan başlayacak.
Şimdi WFIW Genel Sekreteri Italo Rodomonti'ye içtenlikle Kongre'ye hoşgeldin demek istiyorum. Italo, elbette, ICEM Başkanlar Kurulu üyesi olarak önemli bir rol oynamaya devam edecek.
Bir başka önemli gelişme ise, sendikal nitelik taşımasa da, Avrupa Birliği'nin büyümesidir.
Bu nedenle, işbirliğimizin giderek yoğunlaştığı Avrupa'daki kardeş örgütümüz EMCEF'in Genel Sekreteri Reinhard Reibsch'a da hoşgeldin demek istiyorum.
Reinhard görüşlerini paylaşmak üzere daha sonra sizlere seslenecek.
ICFTU ile WCL arasındaki birleşme sonucunda 1 Kasım 2006'da ITUC'un kurulması büyük iş ve sermaye çevrelerinin yüreğine korku salmaya yeter.
Guy Ryder'ın bu süreç konusundaki görüşlerini dinlediniz. Guy, bugün burada aramızda olduğun için çok memnunuz.
Geçenlerde Küresel Sendikalar Konseyi'nin koordinatörü olarak göreve başlayan Jim Baker'a da hoşgeldin diyorum. Birçoğunuz onu dünkü Düzensiz İstihdam ve Taşeron İşçiliği Konferansında dinlediniz.
Sendikal hareketin birliği adil bir dünya düzeni için beslediğimiz umudu körüklüyor. Daha iyi bir dünyanın mümkün olduğuna ve bu dünyayı küresel birliğin sağlayacağına inanıyoruz.
AMANDLA!